Karantina Yılları

Aslında pandemi yılları diye başlık atmam daha doğru olacakmış gibi görünse de, hem önceki yazdığım iki yazıya uyumu açısından hem de aslında bizim “alışmışlığımız” dışında bir değişimi olmayan pandemi sürecinin gerekliliğini koruyan karantina durumu nedeniyle bu başlık daha uygun oldu. sonuçta virüs hala var ve hemen hemen aynı oranda hayatlarımızı etkilemeye devam ediyor. sadece biz eskisi kadar sallamıyoruz. hepsi bu.

https://sosyalmekan.wordpress.com/2020/04/26/karantina-aylari/

https://sosyalmekan.wordpress.com/2020/03/21/karantina-gunleri/

Pandemi sürecinin ülkemizde “resmen” başladığı ve bir çoğumuzun kendini evlerinde yalıtıma aldığı mart 2020’den bu yana ne çok şey oldu. Şimdi ise insanlar “post-pandemi” pandemi sonrası kavramını konuşur hale geldiler. Ancak bu resmi bir veriye, bir görüşe değil, artık benimsemiş olduğumuzu gösteren bir kanıksamaya dayanmaktadır. şu anda pandemi sonrası bir süreçte değil, pandeminin görece kontrol altına alınmış, önleyici aşısına sahip olmamızın rahatlığındayız.
İnsanlar bu süreçte bir çok değişim geçirdi, sadece biyolojimiz değil psikolojimiz de müthiş etkilendi. En belirgin özelliği de hayat önce yavaşlamış sonra da aşırı hızlanarak bizi müthiş bir ivmeyle roket gibi fırlatması hissiydi bence.

Pandemi kapanmaları sürecindeki hayatın durağanlaşması hissini anımsıyorum. Kendini evlerinin güvenine almayı başarabilmiş, evden çalışma imkanına sahip olmuş insanlar belki de bu sürecin en şanslı kişileriydi. Bu kapanma kendine has bir sakinlik getirdi. doğa kendine geldi, hava daha temizdi, daha da serin, daha sessiz. tüm bu mekanik yavaşlamanın ve biyolojik iyileşmenin yanı sıra, psikolojik de bir ferahlık sağladı. karakterlerimiz ne olursa olsun, şahsen yarışmayı asla sevmeyen rekabetten hoşlanmayan ben bile aslında ister istemez ne kadar büyük bir telaşın ve yarışın içine çekilmiş olduğumu pandemi kapanmaları sayesinde oluşan bu dinginliğin frenlemesiyle anladım.

bu şekilde hissetme lüksü yaşayan bir çoğumuz kendini hobilere ve arayışlara verdi. kripto para piyasası coştu, olgunlaştı, bilmeyenler de bu neymiş dedi. NFT piyasaları oluştu. bunlar gibi aslında belki de yakın geleceğin ekonomisinin bir ön gösterimi de bize sergilendi. sergileyen biz, yaşayan biz izleyen biz.

artan nüfus ve enflasyon ile birlikte katlanarak artacak fakirlik ile biz dün aslında ne kadar sanslı ve zengin olduğumuzu daha da anlayacağız. pandemiler de bunun biyolojik kanıtları olacak. çünkü matematik. çokluk neyi doğurur? belki de bize bir gün yok öyle elini kolunu sallayarak dolaşmak tak bakalım şu tüpü, temiz hava yok öyle gibisinden distopik bir dünyaya sürükleniyoruz. karanlık bir bilim-kurgu film gibi.

bu arada okunmasına işaret etmek istediğim bir yazım da şurada: https://medium.com/@emrahserdaroglu/virütik-kıyametin-eşiğindeki-yeni-dünyada-robotik-kuryelerin-online-alışverişteki-olası-da847933137e

peki bu pandemi sonrası – devamı süreçte bize psikolojik başka ne etkileri olacak diye düşünüyorum. kimimiz artık daha titiz, maske takmak gibi bir kavram artık olağan hale geldi, maske takana garip garip bakılmıyor artık ( her ne kadar saçma bir şekilde maske takma oranı artık %99 düşmüş olsa da) ya da uzaktan yaptığımız kapıya teslim alışveriş ambalajlarımızı sabunlarla köpürterek yıkadığımız zamanlara şimdi gülüyoruz. oysaki virüsler hala aynı yerinde. kimi insanda agora fobi oluştu, kimi insanda anksiyete.
belki de kalıcı olarak. Ama çoğunluk “adapte” olmuşa benziyor, en azından psikolojik olarak. Bu sanrı da pandeminin uzamasını sürdürüyor. Elbette sosyo ekonomik ve politik olarak da bu pandemi bitemiyor, orası ayrı konu.

pandemi kapanmaları boyunca yavaşlayan durağan ve dingin hale gelen, zihinlerimizin rekabet duygusundan uzaklaşmasını sağlayan bu süreç, pandeminin bittiği algısı ve insanların sıkışmışlık hissi ile patlayarak hızlandı resmen. o durağanlığın kat ve kat üstü bir hızda insanlık eski aceleciliğine geri dönmekte bir an olsun tereddüt etmedi. Yeni ve daha büyük savaşlar patlak verdi, ekonomik ve kitlesel buhranlar bir anda daha dev dalgalar yaratmaya başladı.

bu devasa hareketler yüzünden afallayan durağan zihinlerimiz ister istemez bir gelecek kaygısı gütmeye başladı. şahsen nostaljik olmaya oldukça yatkın olan ben, bu nostalji duygusunu daha da yoğun hissetmeye başladım. çünkü gelecek denilen olgu şu anda tsunami dalgalarıyla boğuşuyor. değişim ve dönüşümler bir anda, çok yönlü ve şiddetli yaşanmaya başlandı.

pandemi yazılarını yazarken kendiliğinden oluşmuş bir gelenek olarak bu süreçte takip ettiğim youtube kanalları, dizi ve filmlerden örnek vererek devam edeyim. pandemi “sonrası” süreçte artan nostalji duygusunu da yansıtan seçimler oldukları da açık bir şekilde :)

Mesut Çevik‘in teknoloji ve hayata dair paylaşımlarda bulunduğu kanalı takip ettiğim türkçe içeriklerden biri.
https://www.youtube.com/c/Mesut%C3%87evik
sanırım yaşıtım olan bu kişi, son teknoloji ürünlerden bahsettiği halde bende bir nostalji duygusu yaratıyor. o zamanki arkadaşlarımla OEM bilgisayarlar toplayıp sattığımız, internet cafeler kurduğumuz-işlettiğimiz, elektronik devreler yapıp, hayaller kurduğumuz eğlendiğimiz ve önümüzde uzun yılların olduğu, sanrılarla acabalarla tazecik ümitlerle dolu olduğumuz yılları anımsatıyor. Kendisini tanımasam da, hemen hemen aynı şekilde bir çocukluk ve arkadaşlık ortamı yaşadığımızı tahmin ediyorum.

Lewis Hilsenteger‘in kanalı Unbox Therapy de yine bizim çağlarda bizim kafada bir “genç”in kanalı.
https://www.youtube.com/c/unboxtherapy
Youtube’un en fazla izlenen kanalları listesinde en üst sıralarda yer alan bu kutu açma sitesi, artık evrimleşerek daha ileri bir boyuta geçmiş durumda. sadece alamadığımız şeylerin kutu açılış videolarını izleyerek uzaktan haz duymamızı sağlamıyor, kanalın içeriği de tıpkı sahibi gibi bizlerle büyüdü ve kendi yer yer nostaljik havasına büründü. Lew’in diğer kanalı da takip edilmeye değer: https://www.youtube.com/c/Lewlater/videos

Technopat kanalı ise hala o gençliğimin toplama bilgisayar, donanım yazılım peşinde koştuğumuz yıllardan kalma bir süregelenliğin yansıması gibi bir kanal.
https://www.youtube.com/c/technopat
sanki o yıllara sabitlenmiş bugünün teknolojisini anlatıyor gibiler. keyifle izliyorum ve hatta birebir hah biz de böyleydik diyerek :) bizim zamanımızda youtube yoktu orası ayrı. şimdi var ama biz aynı yerde değiliz. ama yine de du bakalım.

Michael Fisher‘in kanalı Mr.Mobile ise tam benim kafada nostaljik bir mecra. Genellikle cep telefonu incelemesi yapan bu kanalın özellikle eski telefonları da tanıtan, onların o yıllarda ne anlam ifade edip nasıl bir etki yaptığına değinen videoları bence harika. https://www.youtube.com/c/TheMrMobile
o efsanevi kapaklı motorola startac’lerden nokia Ngage’e kadar ne ararsanız daha fazlası burada mevcut.

Murat Soner‘in kanalı da bence harika bir iş başaran ve bize doğrudan etki eden bir kanal,
https://www.youtube.com/c/Muratsoner
Yerli, yabancı; TV ya da dijital platform olsun, bir çok film ve dizinin eleştirildiği bu kanalda
kesinlikle eğriye eğri, doğruya doğru konuşuluyor ve evet kötüye kötü iyiye de gayet net bir şekilde bravo deniliyor.

benim gibi elektrikli arabalara tatkıksanız (doğdum doğalı araba resmi çizerim ve çocukluğumdan beri elektrikli arabaları düşler araştırırım) Fully Charged Show kanalı tam size göre derim.
https://www.youtube.com/c/fullychargedshow
Yemek kanalı takip etmek istiyorum diyorsanız da elbette Sam the Cooking Guy en bilinmesi gereken kanallardar: https://www.youtube.com/c/samthecookingguy
Yedik içtik hem pandemi sürecindeyiz, sağlığımıza da dikkat edelim diyorsanız,
en başta Dr. David Sinclair‘in yaşlılığı durdurma ve hatta geri çevirme süreci ile ilgili öncelikle kendi çalışmalarından oluşturduğu içerikleri takip etmenizi öneririm.
https://www.youtube.com/c/DavidSinclairPodcast
Ardından genel sağlıklı yaşam için pratik ipuçları veren Dr. Ekberg‘in kanalı da kesinlikle kaçırılmaması gereken bir kaynak https://www.youtube.com/c/drekberg
Standford üniversitesi tıp fakültesi nöroloji bölümü profeserü olan Andrew Huberman‘ın özellikle kendi alanında yaptığı çalışmalar ve bilgilendirmeler ile ilgili içerikleri takip edilesi.
https://www.youtube.com/c/AndrewHubermanLab

yaşlanmaya başladığımı hissettiren bir diğer kanal ise tiyatrocu Zafer Algöz ile Can Yılmaz‘ın ( çin malı cem yılmaz) kurdukları burada olan burada kalır kanalını izliyor ve hatta büyük keyif alıyor olmak resmen ruhen yaşlanmış hissettiriyor :)
özellikle Zafer Algöz’ün sinema tiyatro dünyasından büyük isimlerle yaşadığı absürt olayları kendi tarzıyla anlatması müthiş bir eğlence. (macun bölümünü atlamadan izleyiniz)
https://www.youtube.com/c/BurdaOlanBurdaKal%C4%B1r

Kripto paralar bu pandemi sürecinde hayatlarımıza doğrudan girdi demiştim, ve kişisel olarak edindiğim kanı bu yeni ekonomi uzun süredir dillendirilen evrensel gelir modelinin bir ön hali. bedava para diye asla bir şey olmadığı gibi ayrıca bu sistem belirli bir zeka ve beceri katsayısını da gerekli kılıyor, çok dikkatli olmak gerekiyor, bilmediğimiz mecralara eğitimsiz ve duygusal bir şekilde kapılmamak şart. kısaca fakirlik onu paraya boğarak değil, matematiksel olarak eleme ile bitirilecek bir durum gibi gözüküyor. yakın / uzak bir gelecek için gidişat bu yönde gibi görünse de şu anda ortalık tam anlamıyla dijital bir vahşi batı durumunda.
ben de kripto paralar ile ilgili gelişmeleri şu kanallardan takip ediyorum ( yatırım tavsiyesi falan almıyor vermiyor, sadece fikir edinmek amaçlı bu kanalları izliyorum)
Coin Bureau https://www.youtube.com/c/CoinBureau
Cointelegraph https://www.youtube.com/c/cointelegraph_com
bunlar başlangıç olarak yeterli olacaktır. Dijital okur yazarlığın son derece önemli olması gibi, kripto okur yazarlık da geliştirilmesi gereken bir yön. veri bilgi güvenliğimiz gibi ekonomik güvenliğimiz için bu kültürü bilgiyi edinmek çok önemli.


daha bir çok kültürel içerik sayabilirim, vintage space ile insanlığın uzay macerasına deyimi yerinde ise bir pin-up tarzda bakış atabilir, ünlü radyocu Geveze‘nin günlük podcastlerini dinleyebilir ya da
Eric Reinholdt‘un mimarlık üzerine kurduğu bu müthiş kanalı takip edebilirsiniz.

en nihayetinde diyeceğim şudur ki, özellikle bizim ülkemizin yıllardan beridir savaştığı en büyük pandemi en büyük bela, cehalettir. organize olmuş cehalet. bir virüs gibi bir hastalık gibi toplumumuzu yiyip bitiren.

Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, cehaleti ve bilgiyi, esasında kendini bilmeyi, hayatı bilmeyi şöyle özetliyor:
“Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir.”

Neden nasıl diye sorgulama becerimizi geliştirip, bağlamlar kurmayı ve bunu hayatlarımıza toplum bilinciyle uygulamayı başardıkça düze çıkacağımızı düşünüyorum.

hep kültür hep kültür içimiz kurudu diyorsak :) o zaman bir kaç film ve dizi önerisi ile devam edebilirim.

Reacher, elbette filmi de olan bir roman ancak şahsen dizisini daha çok beğendim. katıksız bir macera dizisi ve bir solukta izleniyor: https://www.imdb.com/title/tt9288030/?ref_=hm_stp_pvs_piv_tt_i_18

The Marvelous Mrs. Maisel, bir dönem dizisi, kadın gücünü ve zekasının yüceliğini sergilemeye çalışan bu dizi, komedi dram tarzında ve etkileyici bir sanatsal sunuma sahip, başarılı bir prodüksiyon:
https://www.imdb.com/title/tt5788792/?ref_=hm_stp_pvs_piv_tt_t_25

Ted Lasso, benim gibi futbolla zerre ilgisi olmayanların bile izleyebileceği, kesinlikle harika bir dizi. Bitince resmen üzülüyorsunuz. Absürt-Komedi, dram tarzındaki dizinin oyuncularının her birini hayranlıkla izliyorsunuz: https://www.imdb.com/title/tt10986410/?ref_=hm_tpks_tt_i_27_pd_tp1_pbr_ic

son zamanlarda harika filmler izledim diyemem ancak dönüp dönüp izlediğim bir kaç film arasından, Joker, Ex Machina, Ford v Ferrari, Fight Club gibi bilindik hızlıca izlenebilen filmleri gayet önerebilirim.
yerli filmlerden ise Vavien ve inşaat filminlerini de arada bir yoklarım.

şimdilik bu kadar 🤟











Captain Kirk (kelimenin tam anlamıyla) Uzayda!

Bu sefer gerçekten uzayda. Uzay Yolu dizisinin unutulmaz kaptanı Kaptan Körk ( Captain Kirk )’ü canlandıran William Shatner, Jeff Bezos‘un sahibi olduğu Blue Origin roketlerinden biriyle gerçekten uzaya gönderildi.

90 yaşındaki Shatner yani Kaptan Körk, bu mini uzay yolcuğulu macerasının dönüşünde yaşadığı deneyimi Jeff Bezos’a anlatırken gözyaşlarına hakim olamadı. Bu bence müthiş bir an.

Şimdi “babasının hayrına mı yaptı yeaaa” diyerek olayın esas noktasını anlamayanlar olacaktır elbette. Onları şuraya alalım.

Devam edelim.

Uzay çağının ve yarışının yeni başladığı yıllarda ekrana gelen Uzay Yolu dizisi, her ne kadar ekrana ilk girdiğinde büyük kitleler tarafından değeri anlaşılamamış olsa da, ilerleyen zamanlarda büyük bir hayran kitlesine erişmiş ve adını hem Amerikan hem de Dünya tarihine kazımış bir yapım.

Uzay Yolu’nun yaratılıp ekrana koyulduğu yıllarda yani 1960’larda, Amerika Rusya ile derin bir uzay yarışı içindeydi. İnsanlık ilk defa uzaya uydu fırlatmış, insan göndermiş, Ay’a ulaşmak için üstün bir çaba içindeydiler. Aslında askeri amaçları olan kıtalar arası balistik füze geliştirme çabalarını “barışçıl” bir kılıfa sokmaktan başka bir şey değildi bu teknolojik sidik yarışı. Ancak bu yarışı kazanmak çabası için geliştirilen teknolojiler bize ileride; mikro işlemcileri, masa üstü bilgisayarları, internet’i, uydu iletişimi ve daha kolay canlı yayınları, GSM’i, yazılım dilleri vb saymakla bitmez teknolojileri kazandırdı. Sovyet Rusya’nın dağılmasının ardından da uzay yarışının sovyet cephesinde geliştirilen uzay teknolojileri Amerika’ya aktı. Amerikalılar’dan o yıllarda bile fersah fersah ileride olan roket motoru teknolojileri, soyuz kapsülü, uzay istasyonu yapma becerileri, çeşitli ve daha akıllıca tasarlanmış mikro işlemci teknikleri ve uzay robotu becerileri gibi beceriler Amerika’nın eline geçti. Bu bilgileri Mars roverlarında NASA tarafından kullanıldığını görüyoruz, Rusların roket teknolojilerini de bugün SpaceX ve Blue Origin gibi firmalar modern teknolojileri de kullanarak geliştirip hakkını vererek kullanıyorlar.

işte 60’lı yıllardan günümüze uzanan bu serüvende, bize teknolojik olarak da tutarlı kalmaya çalışan bir bilim kurgu uzay macerası yaşatan Star Trek dizisindeki Atılgan (Enterprise) uzay gemisinin şu anda 90 yaşında olan kaptanı James Tiberius Kirk ( William Shatner) bu yazıyı yazdığım gün uzaya çıktı.

https://twitter.com/JeffBezos/status/1448270647788986370/


Keşke Mr. Spock rolünü oynayan Leonard Nimoy da bunu görebilseydi ve hatta uzaya Shatner ile birlikte çıkabilselerdi. 🖖 mene sakkhet ur seveh / live long and prosper.

Hatta derim ki keşke Sadri Alışık da bu günleri görebilseydi. Turist Ömer. Neden mi? Çünkü gayrı resmi de olsa, Star Trek’in beyaz perdeye ilk uyarlaması Turist Ömer Uzay Yolunda filmidir(1973). Star Trek’in ilk resmi filmi ise 1979 yapımıdır.

Hatta Sadri Alışık sadece bu günleri görmekle kalmayıp, kendi uzay havacılığı – turizmi firmalarımızla uzaya şimdiden yolculuk edebilir olsaydı. Buradan bir kere daha Amerika’nın önde gelen uzaya havacılığı firmalarınan SNC, Sierra Nevada Company‘nin sahiplerinin Fatih ÖzmenEren Özmen olduğunu hatırlatmak isterim ( e Türk olduklarını ayrıca belirmeme gerek yok değil mi?) . Bu firma eminim bir kaç kere ülkemize gelmek istemiştir. Bilemeyiz. Ancak bu gibi firmaları ve kişilerimizin değerini bilecek bir topluma evriliriz diye dilemekten ve ummaktan başka bir şansımız yok şimdilik. Ancak en kısa zamanda bu kültüre ulaşmamızı umuyorum.

Çünkü ne demiş Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk?

“Geleceğin en etkili silahı da, aracı da hiç kuşkunuz olmasın tayyaredir. Bir gün insanoğlu tayyaresiz de göklerde yürüyecek, gezegenlere gidecek, belki de aydan bize haber yollayacaktır. Bu mucizenin gerçekleşmesi için 2000 yılını beklemeye gerek kalmayacaktır. Gelişen teknoloji daha şimdiden bunu müjdeliyor. Bize düşen görev ise, batıdan bu konuda fazla geri kalmamayı temindir.” – Eskişehir 1936.

İstikbal Göklerdedir arkadaşlar. nokta.

https://twitter.com/JeffBezos/status/1448270647788986370?s=20
https://youtu.be/uEhdlIor-do
https://twitter.com/thesheetztweetz/status/1448310015232811009
https://twitter.com/Mike_Seeley/status/1448307330861441037
https://en.wikipedia.org/wiki/Blue_Origin
https://en.wikipedia.org/wiki/Jeff_Bezos
https://blog.havacilikpsikolojisi.net/ataturk-ve-havacilik/
https://en.wikipedia.org/wiki/Space_Race#:~:text=The%20Space%20Race%20was%20a,nations%20following%20World%20War%20II.
https://en.wikipedia.org/wiki/Star_Trek
https://en.wikipedia.org/wiki/William_Shatner
https://en.wikipedia.org/wiki/James_T._Kirk
https://tr.wikipedia.org/wiki/Turist_Ömer_Uzay_Yolunda
https://tr.wikipedia.org/wiki/Sadri_Alışık
https://www.sncorp.com
https://en.wikipedia.org/wiki/Sierra_Nevada_Corporation
https://en.wikipedia.org/wiki/Eren_Ozmen
https://en.wikipedia.org/wiki/Fatih_Ozmen

Cinema 4D ile M1 işlemcili MacBook Pro’da Render Testi

Apple’ın yeni nesil M1 işlemcilerine sahip bilgisayarlarını tanıttığı görsellerde; yerel, yani rosetta uyumlaştırıcısına ihtiyaç duymadan çalışacağı duyurulan Cinema 4D uygulamasını kendimce test ettim. M1 işlemcili MacBook Pro diz üstü bilgisayarımda gerçekleştirdiğim bu testte, 90 frameden oluşan 3 saniyelik basit bir animasyon oluşturup, bunu M1 işlemcisinin içindeki GPU’ya teslim ederek sonucu bekledim. Tabii bu işlem sürerken bir de kısa video hazırladım.

Toplamda 3 saniye süren animasyonu M1 işlemci, 1920x1080p çözünürlükteki 90 kareyi tek tek render ederek 54 dakikada hazırladı.

Cinema 4D eğlenceli bir yazılım. Potansiyeli ve marifetleri yüksek. Ancak öğrenmeye zaman ve para harcamaya değer mi diye bir düşündüğümde cevabım ne yazık ki hayır oluyor.
(Buradaki fiyatı yanlış görmüyor isem güncel fiyatı 29bin küsür TL)

Eğer sıfırdan bu tarz bir yazılımı öğrenerek 3D dünyasına giriş yapacak, modelleme, animasyon vs üretecek bir hobi ya da meslek edinmek istiyorsanız, hemen hemen aynı zorlukta ama daha marifetli ve en önemlisi ücretsiz bir yazılım olan Blender‘a zamanınızı ayırmanızı şiddetle tavsiye ederim. Üstelik Blender; Mac, Windows ya da Linux farketmeksizin hemen her makinede rahatlıkla çalışabiliyor.

Gelecek test sanırım Blender ile ilgili olacak.

Şimdilik bu kadar. Fusion 360 ile yaptığım render testine de bir göz atmak isterseniz, buyrun: https://sosyalmekan.wordpress.com/2021/02/13/m1-islemcili-macbook-pro-makinede-fusion-360-ile-3d-render-almak/

Görüşmek üzere.

M1 işlemcili MacBook Pro Makinede Fusion 360 ile 3D Render Almak

Apple’ın gündemi hâlâ daha meşgul eden Apple Silicon işlemcisi M1’e sahip MacBook Pro diz üstü bilgisayarlarından birine sahip olduğum ilk gün (ki bu önceki güne denk geliyor 😄) merak ettiğim 3D render ve grafik performansını test etmeye koyuldum ve test ederken de bir video hazırladım.

Elbette internette bolca benchmark testleri var. Ancak hiç biri benim esas sorularımı tam anlamıyla cevaplamıyordu.
Fusion 360 çalışıyor mu ve çalışıyorsa yerel render performansı nasıldı?

Gerçi Apple’ın bu bilgisayarları tanıttığı event videosunda Autodesk’in Fusion 360 yazılımı da bir saniyeliğine de gösterildiyse de ( en azından event videosunda gösterilebildiği için demek ki çalışıyor ve hatta gayet de güvenerek gösteriyorlar yargısına vardım) Rosetta uyumlaştırıcısıyla çalışacağı için performansını merak ediyordum.

Ama zaten bu Fusion 360 için çok da yeni bir durum değil açıkcası, yanılmıyorsam bu yazılım zaten intel işlemcili diğer Mac’lerde de rosetta ile çalışıyor. Yani bu yazılım özellikle windows için geliştirilmiş olsa gerek. Ancak ben bunun yakında değişeceğini ve Autodesk’in de yeni nesil Apple Silicon işlemcilerini destekleyen ve haliyle yerel çalışacak bir iOS / MacOs temelli versiyon çıkaracağını düşünüyorum. Zira Cinema 4D gibi rakipleri bile şimdiden yerel çalışan ( yani rosettasız doğrudan çalışan) yazılımlar üretmişler, bu meydanı Autodesk boş bırakmak ve böyle rakiplerine kaptırmak istemez diye düşünüyorum, umarım yanılmam 😏.

Lafı çok uzatmadan, bu konuyu merak edenlere yardımcı olmasını umarak hazırladığım videoyu da buraya ekleyeyim;


Videoda da görüldüğü üzere Fusion 360 M1 işlemcili MacBook Pro’da gayet stabil ve hatta hiç takılmadan çalışıyor. Her şey gayet düzgün ve olması gerektiği gibi. Makine kendi GPU’su ile render alırken de gayet zorlanmadan dakikalar içinde hiç de hafif sayılmayacak işlemleri oldukça performanslı bir şekilde yerine getirdi. Ancak normalde çalışırken hiç sesini duymadığınız fan sesi ağır render yükü altında gayet duyulabiliyor (eh o kadar da olur). Ancak o da çok düşük bir süre ve ayrıca zerre ısınma yok, makine bildiğiniz soğuk çalışıyor.
Özetle harici bir ekran kartına şimdilik ihtiyaç yok gibi. Gayet memnun edecek. Zaten Fusion 360’ın cloud render özelliği sayesinde yerel grafik içlemciye zaten hiç gerek kalmıyor.

Bu testi başarıyla geçen M1 işlemcili MacBook’u, bir de Blender ile test etmeyi düşünüyorum. Bu da rosetta ile çalışacak elbette. Tüm bunların kıyaslamasını da yerel çalışan Cinema 4D ile yapacağım.

Bu konu hakkında yazabileceklerim şimdilik bu kadar. Zaten hazırladığım video merak edilebilecek bir çok kilit noktayı gerçek bir test ile gözler önüne seriyor.

Biraz da bilgisayarın kendisinden bahsedeyim. Aslında bu bilgisayar için bir kutu açılış videosu düşünüyordum ancak kelimenin tam anlamıyla hazırlıksız yakalandım 😅 Bilgisayarın siparişinin üzerine 1 ay bekleme süresi veren Apple 🤯 teslimat gününden 5 gün önce makinemi bana ulaştırmayı başardı 🥳 Ben de dayanamayıp kutusunu açtım doğal olarak 🤷‍♂️😄

Telefonum ile bir kaç video çektim anı olsun diye 🤦‍♂️😅 onlar da burada.
👉 https://twitter.com/emrahserdaroglu/status/1359830615701520384

M1 işlemcili yeni MacBook Pro gayet iyi bir cihaz. Hafif, dayanıklı gövdeli ve oldukça şık. Performansına görüldüğü üzere diyecek hiç bir şey yok. En ağır 3D uygulamaları bile kaldırabilecek düzeyde. Genel olarak kullanımı o kadar akıcı ki, bir tablet / telefon kullanıyormuşsunuz gibi. O kadar pürüzsüz ve kolay. Kullanımı iç güdüsel olarak çözebileceğiniz şekilde optimize edilmiş.
Üzerindeki TouchBar’ı başıma bi iş gelmeyecekse, herkesin aksine sanırım ben sevdim 🤔😏😄

Makine tamamen sessiz. Çok ağır render vs almıyorsanız, video işlerken bile ses duymuyorsunuz. Fan genel olarak çalışmıyor, çalışmak zorunda kalmıyor. Tık yok. Ayrıca soğuk bir makine. Zerre ısınmıyor.

Ve pil performansı, evet kesinlikle o testlerde izlediğiniz kadar iyi. Tüm render testleri, video işleme ve upload işlemlerini sadece bataryasından güç alarak yaptım. Yani %100 dolu batarya ile 7 – 8 saatlik yoğun kullanımdan sonra %35’e ancak düştü. Performansından da bir şey kaybetmedi ve hiç şarja takmadım. Gayet başarılı.

Şimdilik diyeceklerim bunlar. Aklınızda bu makineyi almak var ise çekinmeden önerebilirim. Diğer tüm teknolojiler bu mimarinin yanında sanki “Tesla’ya kafa tutan dizel kamyonet” gibiler. 🤷‍♂️🤣

Apple Silicon mimarili M1 işlemisine sahip yeni nesil MacBook bilgisayarlar bence kesinlikle birer fiyat performans canavarı. Şu an için bu bilgisayarların eline su dökebilecek bir bilgisayar yok. 💯

“iyi diyorsun da abi sen bunları nereden biliyorsun, bize de öğret” demek istiyorsanız, tasarım, fikir / ürün görselleştirme hakkında yardıma ihtiyacınız var ise, bir yerlerden başlamak istiyorum akla fikre yönlendirmeye / önerilere ihtiyacım var diyorsanız bana şuradan ulaşabilirsiniz 😃 https://superpeer.com/emrahserdaroglu

sevgiler ✨




Karantina Ayları

Gerçekliğimizi sarsan ve hatta komple değiştiren zorunlu karantina günlerimizin şahsen ikinci ayı içerisindeyim.
Bu sürenin ilk günlerinde kendini evde inzivaya çekebilecek kişiler için yararlı olabilmesini umarak bir içerik paylaşmıştım: https://sosyalmekan.wordpress.com/2020/03/21/karantina-gunleri/

Artık günlerin aylara karıştığı bugünlerde, zaman anlamını yitirirken yine bir içerik listesi paylaşmak istedim.

Öncelikle çeşitli youtube kanalları ile başlamak istiyorum.

James Hoffmann‘ın kahve demleme teknikleri üzerine açtığı kanalı eğer siz de benim gibi kahve düşkünüyseniz ilginizi oldukça çekecektir.
Kendine has irrite edici ve hiç bir haltı beğenmez tavrı kanala enteresan bir üslup katmış: https://www.youtube.com/channel/UCMb0O2CdPBNi-QqPk5T3gsQ

Langfocus: Dil bilim üzerine açılmış bilgilendirici ve eğitici bir kanal. Olabildiğince rafine ve en ilginç yönleri ile dünyada konuşulan dillerin yapıları, kökenleri, bağları ve türlü özellikleri anlatılıyor. Türkçe’den İngilizce’ye, Filipin dilinden, İrlandalılar’ın yerel diline kadar yelpaze geniş.
Meraklıysanız keyifle izleyeceğinize eminim:
https://www.youtube.com/channel/UCNhX3WQEkraW3VHPyup8jkQ/featured

Lex Fridman‘ın yapay zeka ve derin öğrenme üzerine açtığı kanalı, enfes içerikte sohbetler ve konuklar ile dopdolu.
Elon Musk’dan, Richard Dawnkins’e bir çok ağır konuğuyla, yapay zeka ve insanlığın geleceği hakkında yaptığı derin sohbetler, soru & cevaplar ile eşsiz içerikler oluşturuyorlar. Soluksuz takip edilebilir:
https://www.youtube.com/user/lexfridman/featured

Kirsten Dirksen‘in kendine yeten, çevreye minimum zarar veren, yalıtılmış yaşam alanları oluşturma üzerine açtığı kanalı. Off the Grid, Self Sustainable kavramları sizin için bir anlam ifade ediyorsa, Tiny house diye bir şey duyduğunuzda içinize bir sıcaklık çöküyorsa, bu kanal tam size göre derim: https://www.youtube.com/user/kirstendirksen/featured

WELT Documentary. İlginç bir belgesel kanalı; Uzay araçları, tarım araçları, bir çok mühendislik konusu hakkında rafine bilgi sunuyor. Kaliteli ve profesyonel bir içerik üretimine sahipler: https://www.youtube.com/channel/UCBAeFXaLV1ZqKqc-Uf3pKaA

Joe Rogan‘ın kanalları. Komplo teorilerinden, bilimsel başlıklara, enteresan ve bence oldukça eğlenceli bir içerik silsilesi. Kısaca özetlemek gerekirse; Bir UFO ile it dalaşı yapmış Amerikan Hava Kuvvetleri pilotuyla (ve destekleyici görselleriyle beraber) yapılmış sohbet de var, ünlü teorik fizikçi Brian Greene ile yapılmış; Kuantum fiziği, varoluşun anlamı, bilincin bilimsel tanımının yapılmaya çalışılması vs hakkında oldukça enteresan bir sohbet de var. Çeşit bol.
Joe Rogan’ın konuklarıyla yaptığı sohbetlerin uzun halleri bu kanalda:
https://www.youtube.com/user/PowerfulJRE
Sohbetlerin vurucu kısımlarının da bulunduğu klip versiyonları ise bu kanalda: https://www.youtube.com/channel/UCnxGkOGNMqQEUMvroOWps6Q/videos
Ayrıca Joe Rogan‘ın Netflix‘de yayınlanan şu iki stand-up gösterisi bence kaçırılmaz: https://www.netflix.com/watch/80117443 | http://www.netflix.com/watch/80215419

Bu arada politik mizahın yeni nesil krallarından Trevor Noah‘ın kanalı da kaçmaz: https://www.youtube.com/channel/UCwWhs_6x42TyRM4Wstoq8HA

Devam edelim,

Universal Comedy: “yabancı” komedyenlerin ingilizce stand-up komedi kanalı.
Richard Gervais’den, Romesh Ranganathan’a kadar envai çeşit komedyen.
Buyrun: https://www.youtube.com/user/funniestevercomedy/featured

iyi has diyorsun da, hemşerim bunlar hep ingiliççe diyorsanız bir kaç Türkçe içerik de paylaşmak isterim.

Türk filmi kanalları. Youtube’da da kanal açmışlar ve içini de hepimizin televizyonda, sinemada, videoda izlemiş olduğu (kendilerine ait lisanslı) filmlerle doldurmuşlar. Öncelikli olarak bunlardan ikisi de şunlar:

Gülşah Film: https://www.youtube.com/channel/UCHumSHRFQ8skiHTY75sxytQ

Arzu Film: https://www.youtube.com/channel/UCUALYmnkEmx8vlxIbpr2gmw

Bu kanallardan önereceğim filmlerden bazıları:

Japon İşi. İzlemeyenimiz yoktur ama burada full ve restorasyonlu hali var :)
Türk sinemasının bilim-kurgu absürt komedi örneklerinden bence en iyileri arasında: https://www.youtube.com/watch?v=GySuqiTfZcw&t=9s

Milyarder. Şener Şen’in, yılbaşında milyarlık büyük ikramiye isabet eden gözü tok bir tren kondüktörü rolunu oynadığı efsane film. Sanırım hemen her yeni yıl arefesinde izlerim :)
https://youtu.be/l5qgnAgpDLw

Yine İngilizce içeriğe dönmüş olacağım ama işte; hobiler için, birşeyler yapmak için kaynak arayanların içinde belki bilmeyen olur diye AdaFruit ve iFixit kanallarını da başlangıç olarak buraya eklemek isterim.

Ayrıca sadece izle geç olmasın, birşeyler de okuyabileyim diyorsanız, Dergilik uygulaması ve Press Reader fena değil.

Bir yandan iş yapayım bir yandan da kitap bana okunsun diyorsanız da Storytel gayet iyi. İngilizce ve Türkçe bir çok kitap sesli olarak var.

Biraz daha dizi, film vs önermeyle devam edeyim.

Önce bir kaç film;

The ‘Burbs
Tom Hanks filmi. 80’lerin kült komedilerinden.
Amerika’nın suburban mahallerinden birinde geçen komşuluk macerası. Kendi ufak topluluklarını yeni taşınmış ve kendilerine hiç benzemeyen başka bir ailenin şüpheli hallerine karşı korumaya ve bu ailenin gizemlerini ortaya çıkarmaya çalışan bir grup mahalle sakinin maceraları. Bence oldukça eğlenceli :)
https://www.imdb.com/title/tt0096734/?ref_=ttls_li_tt

The Sum of All Fears
Ben Affleck ve Morgan Freeman’ın başrollerini paylaştığı gerilim dolu bir uyarlama. Tom Clancy’nin aynı isimdeki romanından uyarlanmış olan film yüksek tempolu bir macera.
https://en.wikipedia.org/wiki/The_Sum_of_All_Fears_(film)

Identity.
Korkumsu, gerilim filmleri furyasından, bir tür fantazi-gerilim denilebilir ama sonu da sürprizlimsi. Gayet de izlenir.
https://www.imdb.com/title/tt0309698/

They Live.
İzlemeyeniniz varsa mutlaka izlesin. Bilim-kurgu fantazi sosuyla birlikte gayet etkili bir kapitalizm eleştirisi. Amerikan Sol’u ürünü olsa gerek ;)
https://www.imdb.com/title/tt0096256/

Biraz da dizi önereyim;

Unorthodox.
New York şehrinin daha çok Williamsburg ile Brooklyn ilçeleri arasındaki bir bölgesinde yaşayan, Yahudi dininin en bağnaz ve kökten savunucuları Hasidiklerin yaşam tarzlarına ışık tutan ve bu yaşamdan kaçmaya çalışan bir genç kızın öyküsünü anlatıyor. Kesinlikle izlenilesi.
https://www.imdb.com/title/tt9815454/

Peaky Blinders.
Şu diziyi de izlemeyen varsa artık ne diyeyim bilmiyorum. 1920’ler İngiltere’sinin; sokak çetelerinin savaşından, politikasına uzanan, gerçek hikayelerden esinlenip derlenilmiş, modern anlatım süslemeleriyle bezenmiş, eğlenceli, aksiyon dolu bir BBC dizisi.
https://www.imdb.com/title/tt2442560/

the Night of
New York’da doğup büyümüş Pakistan asıllı bir genç, kırk yılda bir lise arkadaşlarının birinden parti davetiyesi alır. Bu partiye gitmek için sınıf arkadaşıyla sözleşen genç son anda ekilir. O da babasının taksisini gece gizlice alır ve yola çıkar. Ancak gideceği yol üzerinde onu çalışan bir taksi sanan gizemli bir kadın, bu gencin taksisine biner ve olaylar gelişir.
Amerika’nın kalıplaşmış ön yargılarını ve sistemin masumları neye dönüştürdüğünü nefes kesici bir tempoyla anlatan, karanlık bir mini dizi. Kesinlikle izlenmeli. Gerçekçi anlatım. En ağır sahnesi bile gerilim dolu.
https://www.imdb.com/title/tt2401256/

dizi ve film önerilerimden sonra, eğer retro fütürizme merakınız varsa şöyle içerikler de oluşturdum, bir bakarsınız: https://retrofuturistblog.tumblr.com

Şimdilik bu kadar :) bakalım gelecekte bizleri neler bekliyor.

Göktaşıo?!
0o
~
iyi seyirler :D




Karantina Günleri

Covid-19 “Corona” virüsü yüzünden kendimizi kişisel karantinaya aldığımız bu günlerde, virütik felaket senaryolu bilim-kurgu bir filmin içinde gibiyiz. Ancak bu gerçekliği algılamamız her ne dar güç olsa da, olabildiğince kendimizi bilinçli bir şekilde yalıtarak, hastalığı yayma ve kapma ihtimallerimizi düşürüyoruz.

Bu yazıyı yazdığım gün itibariyle 5 günü geride bırakmış durumdayım. 5 gündür gayet tenha bir saatte tenhanın da tenhası bir rota çizerek sadece 1 saatliğine dışarı çıktım. Sanıyorum bir hafta kadar daha çıkmam. Yani bu işler çözülmeye başlanana kadar evde olacağımı sanıyorum. Gün itibariyle ne olacağımız belli değil. Bir ilacı yok. Çalışmalar ümit vaat eden gelişmeler var. Ancak henüz hastalık tepe noktasına ulaşmış değil.

Yani kısaca uzun bir süre evdeyiz.

Bu süre içinde kendimi daha fazla, tasarım ve birşeyler çizmeye kanalize ettim.

Ama bu süre zarfında takip ettiğim dizi, youtube kanalları ve çeşitli internet kaynaklarından bazılarını da paylaşmak isterim.

önce youtube kanallarından başlayayım:

Türkçe kanallardan keyifle takip ettiğim bir kaç tanesi şunlar,

Evrim Ağacı: Bilimsel gelişmelerin Türkçe ve derli toplu, gayet güzel sunumu.
https://www.youtube.com/user/evrimagaci

Teknoseyir: Ürün incelemerinden haftalık gündem değerlendirmelerine, teknoloji ve bilim notlarına kadar oldukça keyifli içerikler.
https://www.youtube.com/user/teknoseyir

Barış Özcan’ın kanalı: Bilmeyen varsa diye ekliyorum, oldukça geniş bir yelpazeye hitap eden bilgi derlemeleri hikaye anlatımları ve sunumlar aktarıyor.
https://www.youtube.com/user/b31416

İngilizce içerikler ise şöyle,

Kurzgesagt – In a Nutshell: İnanılmaz güzel ve özenli animasyon ve anlatımlarla, evren ve varoluşa, hayata dair ne varsa hepsi hakkında bilgilendirici ve rafine bilgiler.
https://www.youtube.com/user/Kurzgesagt

Veritasium: Daha çok ne nedir, nasıl işler, ne olmuş da olmuş gibi mühendislik sorularına cevap vermeye çalışan ama geniş anlatımlı bir kanal.
https://www.youtube.com/channel/UCHnyfMqiRRG1u-2MsSQLbXA

Coldfusion: Genel kültür öğelerini belgesel vari kısa videolarla açıklayan gayet iyi bir kanal.
https://www.youtube.com/channel/UC4QZ_LsYcvcq7qOsOhpAX4A

MKBHD: İnternet aleminin belki de en iyi ürün incelemecisi genci, çocukluğundan beri bu işlerin peşinde koşan Marques Brownlee’nin inceleme videoları, hem çok sade, anlaşılır hem de yılların getirdiği profesyonellikle oldukça rafine.
https://www.youtube.com/channel/UCBJycsmduvYEL83R_U4JriQ

Guga Foods: Etçil misiniz? Daha bir şey dememe gerek yok.
https://www.youtube.com/channel/UCfE5Cz44GlZVyoaYTHJbuZw

Tasty: Pratik yemek videoları. İzlemesi müthiş keyifli.
https://www.youtube.com/channel/UCJFp8uSYCjXOMnkUyb3CQ3Q

Doug DeMuro: Kendine has tarzı ve eğlenceli skorlama sistemiyle, gayet iyi bir otomobil inceleme kanalı. https://www.youtube.com/channel/UCsqjHFMB_JYTaEnf_vmTNqg

The Verge, Wired, TED, Mashable, Vox, sayısız içerik mevcut, saymakla bitmez.

Biraz da dizi önereyim;

the Mandalorian: İzlemeyeniniz varsa izleyin, kişisel görüşüm tüm Star Wars yapımları sırf bu dizinin var olabilmesi için yaratılmış meğersem. Bence müthiş bir dizi! https://www.imdb.com/title/tt8111088/

Project Blue Book: Amerika’nın 50’lerden bu yana yaptığı UFO araştırmalarıyla ilgili oluşturulmuş Project Blue Book isimli (inkar edilen) bir çalışmadan yola çıkarak hazırlanmış bir dizi. Gerçek raporlardan yola çıkıldığı iddia ediliyor. Bir X-files sıcaklığında değil ama yine de modern zaman X-Files’ı denilebilir. https://www.imdb.com/title/tt6632666/

Westworld: 1970’lerin kült bilim-kurgu filmi Westworld’ün dizi halinde modern versiyonu olan bu yapım, ilk iki sezonunda baş döndüren zaman kurgusu ile izleyeni alt üst ediyor. 3. sezonu da başladı: https://en.wikipedia.org/wiki/Westworld_(TV_series)

the Ranch: Sıcak bir aile sitcom’u izlemek istiyorsanız, kesinlikle size göre, Netflix yapımı bu dizi izledikçe sarıyor: https://www.netflix.com/browse?jbv=80077977&jbp=2&jbr=4

That 70’s Show: 70’lerde yaşayan bir grup gencin müthiş komik maceraları, bu çok sezonlu diziyi muhtemelen baştan sona 4 kere izlemişimdir, izlemeyen varsa tavsiye ederim: https://www.netflix.com/browse?jbv=70155610&jbp=0&jbr=13

After Life: Richard Gervais’in kendine has iğneleyiciği bu kara komedi / dram karışık dizi filmde kendine yer ediyor, kesinlikle izlenilesi: https://www.netflix.com/browse?jbv=80998491&jbp=0&jbr=21

Birçok film dizi kanal vs önerebilirim, ama sanıyorum en başta önereceklerim bunlar ve bunlar bizi bu karantina sürecinde başlangıç olarak gayet idare edebilecek içerikler. İnternette bir çok ücretsiz değişik içerik de mevcut, mesela örneğin Helvetica’nın yönetmeni, filmlerini her hafta ücretsiz yayınlayacakmış: https://www.ohyouprettythings.com/free

Ayrıca Radio Garden‘ı da unutmamak gerek: Dünyayı bir tuner gibi kullanıp, internetteki canlı radyoları sunan harika bir hizmet: radio.garden/

benim favori radyo kanallarımdan bazıları da şunlar:

http://radio.garden/listen/medipol-university-radio/GNktMluX

http://radio.garden/listen/jazzonbeatz/RIM9PxHm

http://radio.garden/listen/smooth-jazz-24-7/1vlrqH6v

http://radio.garden/listen/itue-radyosu-caz-blues/V5B7PW6V

Peki Corona Virüsü ile ilgili en doğru ve güncel bilgileri nerelerden takip edeceğiz diyor isek, öncelikle Dünya Dağlık Örgütü‘nü (WHO) takip etmekte fayda var:

https://www.who.int/emergencies/diseases/novel-coronavirus-2019

https://experience.arcgis.com/experience/685d0ace521648f8a5beeeee1b9125cd

Ayrıca konuyu takip eden bir çok içerik de mevcut:

https://coronavirus.medium.com

Şimdilik bu kadar, sağlıkla kalalım.








Xiaomi AmazFit Bip SmartWatch

İnceleme yazısını buradan okuyabileceğiniz Xiaomi Redmi 6 Pro telefonumdan bir kaç ay sonra aldığım akıllı saatim AmazFit Bip‘in teknik özelliklerini de şuradan görebilirsiniz.

Şubat ayından beridir hemen her gün severek kullandığım bu akıllı saatin, kutusunu açar açmaz edindiğim ilk izlenim yine beklediğimden iyi bir ürün almış olduğumu düşündürmesiydi.

Hepsiburada’dan satın aldığımdaki fiyatı 370 lira olan AmazFit, açıkcası kaliteli görünümüyle gayet şık bir “giyilebilir bilgisayar”.

Bileğinize taktığınızda kaliteli ve pahalı hissi veren cihazı kutusundan çıkartır çıkartmaz öyle hemen kullanamıyorsunuz haliye. Kendisiyle birlikte gelen şarj standına oturttuktan sonra biraz şarj etmeniz gerekiyor.

Telefonunuza MiFit uygulamasını da kurduktan sonra, Bluetooth üzerinden saatinizi telefonunuza tanıtıp, eşleştirmeye başlıyorsunuz. Şarj olurken bir yandan da telefonunuz üzerinden çeşitli güncellemelerini kendisi yapıyor.

Saatin plastik olan gövdesi metal gibi bir his veriyor. Bileğinizi saran plastik kayışı da bir o kadar yumuşak ve kaliteli.

Dokunmatik ekranı ise her zaman açık modda. İsterseniz bilek hareketinize duyarlı bir şekilde aydınlık moda geçip daha görünür hale geliyor, isterseniz de yan düğmesine basarak. Ama her zaman görülebilir bir ekran.

Ekrandan okuduğunuz bilgilerin size gösteriliş tarzını da telefonunuza kurduğunuz MiFit uygulaması ile değiştirebiliyorsunuz. Şık kadranlı saat temalarından, tamamen sporcu cihazı görünümüne geniş sayılabilecek temalar var. Ben; adımsayardan, kalp ritmi ölçere, edinebildiğim tüm bilgileri tek ekranda veren temayı seçtim.

AmazFit akıllı saat, arkasına yerleştirilmiş lazerli bir düzenek ile nabzınızı ölçüyor. Gayet başarılı diyebilirim. Ayrıca GPS ve hareket sensörleri ile adımlarınızı, yaktığınız (tahmini) kalori miktarı ile yürüdüğünüz mesafeyi gösteriyor.

Gün içinde koltuğunuzda 1 saatten fazla oturursanız, kalk bir tur at hacı naptın sen ohooo diyor :))
öyle demiyor tabii; ufak bir titreşimle sizi uyarırken, küçük ekranında şirin bir animasyon beliriyor.

Düzenli yürüyüşler yapan birisi olarak, saatin bazı sportif özelliklerini de test etme şansım oldu. Öncelikle siz hiç bir ayar yapmasanız da, o sizin her adımınızı kaydediyor ve MiFit uygulamasına gönderiyor.
Hem telefonunuzdan hem de saatin kendisinden, ne kadar yürümüş, hareket etmişsiniz, gün içinde kaç kere 1 saatten fazla hareketsiz kalmışsınız hepsinin ölçüm bilgilerini gösteriyor. Ayrıca saatin üzerindeki aktivite menüsünden yapacağınız aktivite türünü seçerseniz ona özel davranmaya başlıyor. Mesela ben yürüyüşü seçtiğimde GPS devreye giriyor ve daha keskin ölçümler yapıyor. Duraksadığımda otomatik duraksıyor, yürüdüğümde otomatik çalışmaya başlıyor. Aktiviteyi sonlandırdığımda ise, küçük ekranında yürüdüğüm alanın rotasının şekli ufak bir haritaymışçasına beliriyor. Bence güzel :)

Gerçekten ilgimi çeken en fazla ve hatta şaşırtan özelliği ise uykumu ölçmesi oldu. Saat kolunuzda uyuduğunuzda, telefonunuzdaki MiFit uygulamasına uyku kalitenizle ilgili veriler göndermeye başlıyor. Hiç bir şey yapmanıza gerek yok. Saat uykuya daldığınızı otomatik algılıyor ve bu çoğunlukla doğru ölçümler oluyor. Gece kaç saat uyuduğunuzu, bunun ne kadarı derin, ne kadarı hafif uyku olduğunu ve hatta bu döngülerin uykunuzun neresinde olduğunu MiFit ekranından size gösteriyor. Hatta ve hatta, bu sistemi kullanan diğer insanların arasında uyku süreniz, kaliteniz ne seviyede, onlara göre hangi oranda daha iyi ya da kötü uyuyorsunuz, hepsini gösteriyor. Ulan rüyalarımızı da kaydediyor mudur acaba diye düşünmedim değil :)

Bu oran orantı olayını aktivite kısmında da size sunuyor. O gün diğer kullanıcılara göre hangi oranda daha aktiftiniz size gayet detaylı sayılabilecek şekilde sunuyor.

AmazFit aynı zamanda resmen bir bağımlılık yaratıyor. Telefonunuza ikincil bir ekran takmışsınızcasına kolaylıklar sağlıyor. Öncelikle tabii saate bakmak için telefonu cebinizden çıkarmıyorsunuz. Evet bunu normal saatler de yapıyor :) ama normal saatler size, SMS, sosyal medya bildirimleri, WhatsApp mesajları vs içerik ve bildirimlerini AmazFit’in yaptığı gibi göstermiyor. Yani artık bir uyarı geldiğinde ilk önce telefona uzanmıyorum, bir çok spam sms için telefonu açmak / bakmak durumunda kalıp gıcık olmuyorum. Hava durumu vs için de öyle. Kimin aradığını da görebiliyor, Çağrıyı telefonu cebimden çıkarmadan sonlandırabiliyorum.
Ayrıca telefon titreşimde ya da sessizde olduğunda, yani telefonu duymama ihtimalimizin olduğu durumlarda, bileğimizi titreterek bizi ekstra uyarıyor.
Bu uyarının dozu, bu gibi şeylerden strese giren / huylanan ben için bile gayet makul. Panikletmiyor.

Ayrıca uykuya geçmeye başladığınızı anlayarak, kendisi de artık uyarıları size titreyerek bildirmemeye başlıyor. Titreşimi keserek uyarıları yine de kaydeden Amazfit, siz uyandığınızda otomatik olarak yine titreşimini açıyor. Ayrıca acil durum olabilecek uyarıları da ne olursa olsun size bildiriyor. Yani birisi sizi aradığında ilk önce titremiyor, ama aynı kişi sizi tekrar ararsa, lan bunda birşey var ne olur n’olmaz deyip sizi titretiyor. Bahele diyor; siz de hele hele diyerek uyanıyorsunuz. (n’olcak benim bu esprilerim)

Kesinlikle bağımlılık yapan bir cihaz. O kadar bağımlılık yaptı ki, bileğimden neredeyse şarj etmek ve duş almak dışında hiç çıkarmadım.
Zaten şarjı da uzun gidiyor. Aktif olarak GPS vs kullanarak devamlı yürüyüşler ile 4 ya da 5 gün dayanan şarjı, normal şartlarda 1 hafta ya da 10 gün rahat dayanıyor.
İşte bu yüzden hassas ciltli bileğimi bana hiç çaktırmadan hafiften (yaraya dönme ihtimaliyle) kızartmış ve aşındırmış. (Çok sıkı bağlamamış olmama rağmen)
Bu tabii hemen olan bir şey değil. Nisan ayının ortaları gibi oldu. Belki de kimine göre önemli olabilecek bir detay.

Ekranı hala çizilmedi. Sugeçirmez olduğunu sanmıyorum ama elimi yüzümü yıkarken de çıkamıyorum. Sanırım belirli bir seviyeye kadar dayanıklı, ancak asla havuza / denize girilmez ve duş alınmaz bence. O kadar da takmayın kardeşim hayret bişey :)

Genel olarak gayet beğendiğim ve harıl harıl kullandığım ve de verdiğim parayı sonuna kadar hakeden bir cihaz.

Bir de hani o çocukken kullandığımız Casio F91 kol saatleri vardı, yanındaki ışık düğmesine basar, yorganın altını aydınlatırdık. Hatta saatin pili yeniyse ışık tavana kadar yansırdı. O eğlenceli, hayal dolu zamanların havasını da taşıyor bu cihaz. Beni biraz da o hâlden yakaladı :)

Alın kullanın. Fiyat performans oranı 9/10

Not: Bir adet RedMi Note 7 yeni telefon siparişi verdim :) o da gelince bir inceleme yazısı daha yazacağım. Bakalım gerçekten 48 mpx’lik sensörü var mı, varsa da performansı nasıl. Göreceğiz.




Xiaomi Redmi 6 Pro

Xiaomi Redmi 6 Pro

Bir süredir kullandığım yeni telefonum Xiaomi Redmi 6 Pro hakkında bir yazı yazmak istedim.

Öncelikle telefonun teknik özelliklerine şuradan ulaşabilirsiniz:
https://www.gsmarena.com/xiaomi_mi_a2_lite_(redmi_6_pro)-9247.php

Uzun bir yazı yazmayacağım, özetle gayet hoş bir telefon.
Malzeme kalitesi lüks telefonları aratmayacak hissiyatı uyandırıyor. Metal gövde oldukça sağlam duruyor.


Telefonu kutusundan çıkarır çıkarmaz beklediğimden daha kaliteli bir telefon bulmak beni şaşırttı. Ancak “oha iyiymiş lan” sırıtmasından öte güzellikler de barındırıyor.

Ekran çözünürlüğü, piksel yoğunluğu ve akıcılığı gözle görülür derecede iyi. Bu zamana kadar kullandığım tüm telefonlar bana bunun yanında tüplü ekrana bakıyormuşum hissiyatı uyandırdı. Yanisi, ekranı gayet iyi.

İşlemci hızı da gayet iyi, uygulamaların arasındaki geçişler sorunsuz. Telefonda oyun oynamadığım ve sadece bir kaç sosyal medya aracı ve fotoğraf programı kullandığım için muhtemelen işlemcisini zorlamadım. Bana yetiyor. Gayet iyi.

Üzerinde Android 8.1 kurulu ancak keşke stock android olsaymış dedirtiyor. Gerçi bu üzerindeki Xiaomi tarafından kurcalanmış android de stock versiyonuna yakın bir kullanım deneyimi sunuyor. Açıkçası alışmak kolay oldu. Ama üzerinde silinemeyen Xiaomi uygulamalarının olması ve bazı uygulamlardan reklam çıkıyor olması sinir bozucu olabiliyor. En azından ekrandan pop up reklamlar fışkırmıyor. Reklamlı uygulamaları kullanmak zorunda değilsiniz. Bir de önceki telefonumda sıkça kullandığım Google’ın yardımcısını kapatmışlar yerine kendince kullanışsız bir uygulama kurmuşlar ve kapatmanın imkanı yok.

Şarj süresi çok iyi, hiç batarya saving moduna kadar gelemedim.

Çift sensörlü arka kamerasının performansı ise şaşırtıcı derece başarılı. Renk, detay, kontrast oranı harika. Bu telefon ile çektiğim bir kaç işlenmemiş ham fotoğrafı aşağıda örnek olarak göstermek istedim.


Ters ışık, HDR, düşük ışık performansları bence tatminkâr. Yapay zeka destekli bokeh efekti de bence oldukça başarılı. Özellikle Selfie kamerasında oldukça işe yarıyor.
Portre modu için, özellikle bu fiyat performans aralığında bir cihaza göre cidden iyi diyebilirim. Şurada da 10 saniyelik bir video denemem var: https://flic.kr/p/29JWad1

Sonuç olarak gayet satın alınabilir bir telefon olmuş. Parmak izi okuyucusunun ve ekran dokunmatiğinin hassasiyetleri de gayet iyi.

Kısa süreli izlenimlerim bu şekilde pozitif yönde. İleriye doğru belki bir güncelleme yazısı daha yazarım.

Ayrıca belirtmeden geçemeyeceğim, bu bir reklam yazısı değildir, Xiaomi’nin sponsorluğunda değil, bu telefonu bana telefonum bozulduğu için hediye eden sevgili arkadaşım Koray‘ın sayesinde yazıyorum :) tenk yu.

First Man

Ay’a ilk ayak basan insan olan Neil Armstrong’un hayat hikayesinden kesitler sunan First Man, öncelikle belirtmeliyim ki bence güzel bir seyirlik.

FMN_Tsr1Sheet10_RGB_1_rgb

Film ne tam olarak bir belgesel, ne tam bir propaganda ya da dram sunuyor. Hepsinden kendi porsiyonlarınca biraz var.

Ancak öncelikle belirtmeliyim ki, bu filmi tam anlayabilmek için konuyla ilgili genel kültürün olması gerekiyor.

Bir Apollo 13 izlemiyorsunuz ama yer yer ona yaklaşan yanları da yok değil. Hatta ikisi de benzer bir konuyu işleseler de, sanki tamamen ayrı filmlermiş gibiler.

Filmin olayları anlatış biçimi, neredeyse tüm dünyayı soyutlayacak şekilde sadece Neil Armstrong’un bakış açısından anlatılmaya çalışılmış.

Filmin bence en çok şaşırtan kısmı ise Neil Armstrong’un aslında Buzz Aldrin’den hiç hoşlanmadığına dair bir etki yansıtıyor olması ve hatta Buzz Aldrin yer yer çok patavatsız ve silik bir karakter olarak resmedilmiş. Bu da hikayenin taraflı anlatıldığının bir başka göstergesi. Sanılanın aksine, demek ki cidden de yakın arkadaş değillermiş. Oysaki bunda bir mantıksızlık var. Beraber, tarihi ve ölme olasılığın çok yüksek bir göreve çıktığı insan Buzz Aldrin, her neyse.

Filmde gösterilen teknolojilerin, nasıl geliştirildiği ve teknik mücadelelerinden daha çok aslında ne kadar tehlikeli makineler olduğu çok yalın ve başarılı bir şekilde paylaşılmış.

Yani resmen aslında “teneke kutular”a binip birer intihar görevine çıktıklarını görüyorsunuz. O tenekelerin tehlikelerini, gerçekten de uçan tabut olduklarını çok iyi anlıyorsunuz.

Ancak konunun teknolojik ve psikolojik ve hatta sosyolojik boyutlarıyla benim gibi daha ilgiliyseniz, bu filmi izlemeden önce;

BBC yapımı Space Race belgesel serisini https://www.imdb.com/title/tt0461887/

Right Stuff filmini https://www.imdb.com/title/tt0086197/

Moon Machines, For All Mankind ve In the Shadow of the Moon belgesellerini

Hidden Figures filmini https://www.imdb.com/title/tt4846340/

izleyip, ardından bu filmi ve daha sonra ise Apollo 13 filmini izlemek size büyük keyif verecektir diye tahmin ediyorum.

Son söz olarak kesinlikle arşivlik bir film.

UPGRADE

Başrolünü  Logan Marshall-Green’in oynadığı Upgrade güzel bir seyirlik.
Ha daha güzel de olabilirdi orası kesin. Bence puanı 6/10, kafadan söyleyeyim.

İçinde güzel fikirleri barındıran, modern bir Robocop ile Kara Şimşek kırması bir kült yaratabilirmiş ve hatta biraz da Batman olabilirmiş. Dizisi bile yapılabilirmiş bunun bak.

Ne yazık ki olamamış.

Screen Shot 2018-09-02 at 01.13.29

Hikayeye gelirsek. İnsanın teknolojik olarak yapay zekalarla bütünleşmesinin biyolojik ve sosyolojik evrimimiz üzerindeki yıkıcı etkisini kendine has çarpıcı sahneleriyle ele almaya çalışmış.

Vurdu kırdı sahneleri kesinlikle çok iyi başarılmıştı. Daha olsa izlerdim. Dövüş sahnesi güzeldi. Neredeyse Luc Beson’un Transporter’ında Jason Statham’ın efsane dövüş sahnelerinin çekiciliğine çeyrek tık yaklaşabilmiş.

Hikaye yakın gelecek yerine, günümüzde geçip retro füturistik bir hava yakalasaydı daha etkili olurmuş.

Filmin sonu ise süprizli müprizli. Güzel olmuş. Hığ! vay ipne diyorsunuz. ama çok da vaaay aq, deyip ağzınız açık kalmıyor. Yine de güzel.

Malum ortamlar da izlenebilir. Pek sinemalık hali yok.

Ya işte, yapay zeka olsun, dövüş olsun, nano teknolojiye sahip faşist zombi insanlar olsun ben izlerim hacı bilim-kurgu iyidir diyorsanız kesin izleyin.

Son söz, lan bu Logan Marshall-Green bu bizim Tom Hardy’e ne kadar benziyor yahu!?
Filmi baştan sona Tom Hardy’i izlermişim gibi izledim. Ha çok da beğenmem kendisini o ayrı.

Neyse, çakma Tom Hardy’li bilim kurgunuza şimdiden iyi seyirler dilerim.

https://www.imdb.com/title/tt6499752/

Bonus: https://sosyalmekan.wordpress.com/2018/08/19/yok-olmaya-hazir-olun/