Ganj’dan Mars’a

Ganj Nehri 2700 Km’lik uzunluğu ile Hindistan‘ın kuzey topraklarından başlayıp Bangladeş‘ten geçerek Bengal Körfezi‘ne akar.
Yaklaşık 900 Milyon mensubu bulunan, Hıristiyanlık ve İslam’dan sonra en büyük üçüncü inanış olan Hinduizm için ise önemli bir kutsal değerdir.

Hinduizm’e göre kirlenemeyeceğine inanılan Ganj Nehri, Dünya’daki en kirli akarsulardan bir tanesidir. Üzerinde hemen her türü zararlı kimyasalı ve biyolojiyi barındıran Ganj Nehrin’de insanlar inanışları gereği her yıl çeşitli kutlamalar yapar. Kast sistemi ve aşırı nüfusun getirdiği kıtlık, fakirlik nedeniyle; Hindu Tanrılarından ve inanışları gereği Ganj Nehri’nde var olduğunu düşündükleri bereket ve arındırıcılıkların, onları; düzlüğe, refaha ve yeniden var oluşta daha iyi bir yaşama kavuştura bilmesi ümidini güden binlerce Hindu’nun  bu nehirde yıkandığı, sularını içip ve türlü şekilde ibadetini / kutlamasını yaptığı görülür.

Bu ve bunun gibi bir çok davranış, ayrıca hijyen eğitimi eksikliği, bayındırlık ve belediye hizmetlerinin yoksunluğu ile beraber dini inanışlarındaki kimi ritüelleri sayesinde, güncel nüfusu 1 Milyarı aşan Hindistan’a gitmek istediğinizde, öncelikle çeşitli hastalıklara karşı aşılar yaptırmanız gerekir. Buradaki iklimi ve coğrafyayı da yabana atmamak gerekir. Tabii daha önce saydığım etkenleri de eklersek bu aşıları yaptırmak doğal karşılanabilir.

Böyle “şenlikli” ve “iç açıcı” bir ülke olan Hindistan denildiğinde akla sadece Ganj Nehri, Hindular ve inekleri gelmiyor tabii ki. Gandi‘yi de hatırlamak gerek.

1900’lerin başlarından 1946’ya kadar süren Hindistan’ın İngiliz sömürgeliğinden kurtuluşunun lider simgesi ve Hindistan’ın babamız dediği unutulmaz lideri. Tıpkı bizim Ulu önderimiz ve Atamız dediğimiz Mustafa Kemal Atatürk gibi.

Hindistan türlü meshep ve sınıf çatışmalarına ev sahipliği yapsa da, kendilerini kurtuluşa götüren liderini unutmamış ve ileriye doğru yürümüştür, Tıpkı bizim de bir süre Atatürkümüz’ü unutmadığımız gibi.

Bugünler de ise, Mustafa Kemal Atatürk’ün “istikbal göklerdedir” sözünün gerçekten O’na ait olup olmadığını bile tartışır olduk.

Ancak, Ata’nın o yıllardaki vizyonunu daraltmaya yönelik bu gibi alt psikolojileri bir kenara koyarsak, 1936 yılında Eskişehir’de söylediği şu söz ile O’nun hayalindeki Türkiye’yi bugün dahi anlayamamış ve de gerçekleştirememiş olmanın hüznünü hissetmeli, yapay kavgalarımızdan vaz geçip hırsla ileri atılmalıyız:

Birgün insanoğlu tayyaresiz de göklerde yürüyecek, gezegenlere gidecek, belki de bize Ay’dan haber yollayacaktır, Bu mucizenin gerçekleşmesi için 2000 yılını beklemeye gerek kalmayacaktır. Gelişen teknoloji daha şimdiden bunu müjdeliyor…M.K. Atatürk – 1936, Eskişehir.

Bu sözün söylendiği yıllarda Hindistan İngilizler başta olmak üzere türlü sömürgecilere karşı kanlı mücadelesini sürdürüyor, kendi özgürlük anlayışlarını yaşayabilmek için mücadele veriyordu.

Biz ise iğne üretemeyecek haldeyken, ağır sanayii hamlesinin en ileri aşamalarından biri olan havacılık sektörüne tabiri caiz ise bodoslama dalmış, cumhuriyet öncesinde önemi anlaşılamayan ve o sıralarda yokluk içinde dahi başarılmış ancak yok sayılmış, engellenmiş ilerlemelerin birden değeri bilinmeye başlanmıştı.

Uçak üretimi’nin yanı sıra, yedek parçaları ve türlü ekipmanlarını üretmeye başlamış, hatta yabancı ülkelere satmayı başarmıştık.

1925’de Türk Tayyare Cemiyeti,

1926’da Kayseri’de Tayyare, Otomobil ve Motor Türk AŞ ( TOMTAŞ ) kurulmuştur.

Özel girişimcimiz Vecihi Hürkuş, 1930’da herşeyiyle %100 yerli Vecihi – XIV tipi uçağını üretmiştir.

Kayseri’de üretilen ilk avcı uçağı 1934’de test uçuşunu başarıyla gerçekleştirmiştir.

1936’da Nuri Demirağ Uçak Fabrikası kurulmuştur.

ayrıca ilerleyen yıllarda;

24 Adet NUD-36/37 eğitim uçağı 1940’da başarılmıştır.

Nuri Demirağ’ın firmasında 1941 ve 44 yılları arasında Nu.D-38 isimli bir yolcu uçağı üretilmiş, 1944 yılında ise 12 adetlik bir filo ile Genç Türkiye’nin çeşitli illeri arasında bu %100 yerli uçaklarla seferlere başlamıştır.

1941 yılında THK uçak fabrikası Ankara Etimesgut’da kurulmuş, ürettiği özellikle 2 uçak modeli çok dikkat çekicidir: Danimarka’ya sattığımız THK-5 Ambulans uçak ve 1948’de ürettiğimiz Delta kanat THK-13

Görsel

Peki bu güzel manzaraya daha sonra ne olmuştur?

Atası’nı unutmaya, verilen milli mücadelenin değerini bilmemeye başlayan bir ülkeye ne olursa o olmaya başlamıştır.

İstikbalin nerede olduğunu işaret eden bir Ata’nın evlatları, yolunu ne yazık ki çabuk şaşırmaya başlamış. O’nun yokluğunu fırsat bilen aklı evvellere fırsat tanımış ve çürümeye yüz tutmuştur. Şöyle ki;

Kendi uçağını yapıp uçuran Vecihi Hürkuş’un lisansını iptal etmekle başladı herşey diyebiliriz,
Nuri Demirağ’ın Uçak fabrikasının 40’ların sonunda kapatılmasıyla da hız kazanmıştır.

Danimarka’ya uçak satan ve o şok edici fotoğrafa sahip THK-13‘ü yapan fabrikamız ise yurt dışından uçak alırız daha ucuza gelir diyerek, 1954 yılında kapatılmıştır. ( yani yurtdışına uçak satan firmayı, yurt dışından uçak alabilmek için kapattık o kadar salağız )

( Türk Havacılığla ilgili daha detaylı, kaynakçalarıyla derlenmiş bilgileri Sinan Meydan‘ın Akl-ı Kemal isimli seriisi’nin 4. cildi olan Atatürk’ün Akıllı Projeleri kitabında bulabilirsiniz )

Şahsen hep söylerim, öyle acaip bir milletiz ki Osmanlı’nın en şaaşalı dönemlerinde Hazerfen isimli bir dehamız orta çağ’dan yeni çağa geçiş dönemi denilen bir zamanda planör yapıp, rivayete göre Galata’dan Üsküdar’a kadar uçtu. Sadrazamların ve ülemaların gazına gelen padişah ” Kul uçtu, Padişah uçamadı” derler diye o eşsiz insanın kellesini Halep’lerde vurdurdu.

Böyle bir milletizi işte, Atamız’ı, akıllımızı unutmamız, onları dışlamamız doğamızda var ne yazık ki.

Peki Hindistan bunun neresinde?

Şurasında;

Biz 1950’lerden beri düşüşe geçerken, Bağımsızlığını ilan eden Hindistan 1940’lardan 1970’lere doğru çeşitli hamlelerde bulunmaya başladı,

1945’de kurulan TATA Motor, biz Devrim otomobilimizi bin bir emekle 129 günde sıfırdan ve elde imal edip sonra da yerin dibine batırdığımız yıllarda, Daimler-Benz ortaklığı ile otomobil motoru üretiyordu.

Hindu TATA şimdilerde bir zamanlar kendilerimi sömür sömür sömüren İngilizler’in gurur tablosu otomotiv firmaları olan Jaguar ve Land Rover markalarının da sahibi konumunda artık.

özellikle 70’lerde  yavaş yavaş toplumun içine girmeye hazırlayan bilişim teknolojilerini fark eden Hindistan, yazılımcı eğitmeye başlamıştı. Bu eğitim seferberliğinde başarılı olan Hindistan maalesef beyin göçü yaşamaya başlamış ve özellikle ABD’ye büyük bir bilişimci göçü oluşmuştur.

Tabii her “akıllı ülke”nin de yapacağı gibi bu göçü durdurmak ya da en azından yavaşlatmak için çeşitli çabalar gösterilmiş ve 80’li yıllarda yine TATA firmasına bağlı çeşitli kurumlar, bilişim eğitimi ve de bilişimci istihtamına yönelik çalışmalar yaprak bu göçü bir nebze olsun yavaşlatmışlardır.

Sadece bilişim ve otomotivde değil, Uzay, tıp ve bir çok bilimde saldırgan bir eğitim politikası izlemiştir ( içinde hastane geçen hemen her Amerikan filminde illaki bir Hintli tıp öğrencisi ya da doktor yer aldığını görürsünüz )

Film demişken, bizim Yeşil Çam kuruduğu halde Hintliler’in Bollywood’u tüm Dünya’da iyi / kötü bir çok filmleriyle efsanedir…

Ben de bilişimle ilgili birisi olarak şahsen biliyorum ki, günümüzde bilişimde ucuz ve etkin iş gücü denildiğinde ilk akla gelen ülke Hindistandır. Deli gibi kod yazıyorlar, öyle ki NASA’ya bile uydu / mekik yörünge sistemlerinde kullanmaları üzere yazılımlar üretiyorlar ( takdir edersiniz ki bunlar hata kabul etmeyen şeyler. )

işte adım adım böyle ilerleyen Hindistan, bugünlerde kızıl gezegen Mars’a araştırma ekipmanı yollayabilmiş ülkeler kulübüne katılmayı başardı.

Görsel

6 Kasım 2013 günü fırlatılan PSLV ile Hindistan bizim Atamız’ın gösterdiği istikbale bizden daha önce ulaşmış, muassır medeniyetler seviyesinin günümüz versiyonuna yani Mars’a araç göndermeyi başarabilenler kulübüne girme hakkını alnının akıyla kazanmıştır.

tıpkı o istikbale bizden daha önce ulaşan, Amerika, Rusya, Avrupa, Japonya gibi…

Sadece 73.5 Milyon dolar gibi oldukça düşük bir bütçeyle hazırlanan araç, biz meclisimizde türbanlı millet vekili ve pantolonlu millet vekilleri gibi eften püften konuları hayat meselesiymiş gibi tartıştığımız sırada fırlatıldı…

Peki, halkının bir kısmı ineğe tapan, türlü hastalığın ve ölümün içinde kaynadığı Dünya’nın en pis nehri Ganj’da yıkanıp, suyunu içen, halkının çoğu sefalet içinde yaşayan Hindistan bunu nasıl başardı?

Bence özünü ve atalarını unutmayarak…

Gandi’yi ve verdikleri milli mücadeleyi unutmayarak.

Öyle ki halkının büyük bir kısmı ilk emri “Oku” olan islam dinine inanan bir halk’ın, okumak bir kenara belki de insani ilk özellik olan anlamayı bile beceremediği, Atatürkü’nü ve verdiği o destansı milli mücadeleyi ve dahi bize gösterilen hedefleri unuttuğumuz için biz yerimizde sayıyor, etekti, pantolondu, çarşafdı, kızlı-erkekli evlere kafayı takıyor, ateşli  hastalık geçiren bir zat gibi sayıklayıp duruyoruz…

Lincoln’ü, Colomb’u unutmayan Amerika, biz Amerikalıyız diyor…

Tolstoy’u, Lenin’i unutmayan Sovyet Rusya ve sonrasında Sergei Korolev’i, Yuri Gagarin’i unutmayan Birleşik Rusya. Biz Rusuz diyor…

Von Braun’u unutmayan Almanya, biz Almanız diyor…

Hiroşima ve Nagazaki’yi unutmayan Japonya, biz Japonuz diyor…

Biz Güney Asya’nın yıldızıyız, biz Hintliyiz diyen Hindistan’da Gandi’yi untumadığı için o kirli, kıp kızıl Ganj’dan, steril ve tertemiz Kızıl Gezegen Mars’a yol yaptı.

Peki ya biz?

Ganj’dan Mars’a” üzerine 6 yorum

  1. Acı fakat gerçeklerle dolu bir yazı olmuş. Dünya’nın bir çok yerini köy köy dolaşmış birisi olarak şunu söyleyebilirim ki Dünya’daki tüm Atatürk düşmanlarını toplasanız Türkiye’deki düşmanların yarısı bile etmez. Ne acıdır ki tarihin gördüğü en büyük lider kurmuş olduğu Cumhuriyet tarafında yok edilmeye çalışılıyor.

  2. Yalnız bu türden teknolojik ilerlemelere öykünmek ana akım bir ortaklık olsa da içeceğimiz sudan yiyeceğimiz domatese kadar her şeyin de yok olmasına sebep olmuş olduğunu unutmamak gerekiyor.
    Tabii gönül ister ki endüstriyel devlerin çöplüğü olmaktansa endüstriyel çöpleri ile dünyayı kirleten bir ülke olalım ama asıl düşünülmesi gereken bu iki seçeneğin de dışında nasıl var olunabileceği.

    Hayıflanmayı bırak, devrime inan.

  3. bu konuda soylenebilecek(!) en güzel söz,

    elhamdülilah müslümanız………….

    1. Bizim ki okumadan âlim yazmadan katip.
      Sözde müslüman geçiniyoruz ama müslümanlıkhtan bir Haber.

zeynel baran için bir cevap yazın Cevabı iptal et